Perşembe, Şubat 09, 2006

İfade özgürlüğü mü karalama özgürlüğü mü!


Abdulbari Atwan/El Kuds El Arabi Gazetesi (Londra)

Arap ve İslam ülkelerinin çoğunu saran protestoların sadece barışçıl araçlarla sınırlı kalmasını, Danimarka elçiliklerinin ve konsolosluklarının yakılması gibi başka şiddet görüntülerinden uzak olmasını temenni ederdik.

Bu yakma eylemleri gerekçesiz ve esef verici. Ancak bizler aynı zamanda, sorumluluktan yoksun ve iğrenç, faşizan ve alçaltıcı bir şekilde Hz.Muhammed’e hakaret eden karikatürlerin yayımlanması karşısında, kendilerine ve inançlarına yapılan ağır karalama sebebiyle 1,5 milyar Müslümanın büyüyen öfkesini de anlıyoruz. İslam inancını karalayan ülkelerin ürettiği malların ekonomik boykotu, meşru, hukuki ve uygarca bir eylem olmasının yanı sıra etkili de. Zira Batılı ülkelere en fazla acı veren, ekonomik olarak etkilenmelerdir ve petrolün 1973 savaşında silah olarak kullanılması, sadece Araplarının başarısına yol açmamış, aynı zamanda petrole adil fiyatlar sağlamıştır. Şöyle ki; 3 yıldan az bir süre içinde boykot fiyatları on kat arttırmış, petrol üreten ülkelerde ve komşularında ekonomik sıçramaya katkısı olmuştur.
Sorumlu gazeteciliğin ahlaki sorumluluktan beslenmesi, sonuçlarını düşünmesi ve başka dinlerin mensuplarına karşı nefret duygularını körüklemeye çalışmaması gerekir. Yüce peygamberi karalayan karikatürlerin yayımlanması, açık bir cehaleti, sadece Müslümanlara değil, dürüst bir diyaloğa inanan, dinler ve kültürler arasında evrensel uzlaşı ve birlikte yaşamı arzulayan herkesi karalamayı amaçlayan faşist ve kışkırtıcı bir eğilimdir.
11 Eylül olaylarından bu yana Arap ve Müslümanlara yönelik ‘İslam fobisi’ olgusu arttı ve Avrupa’daki bazı sağcı medya organlarında Müslüman göçmenlere yönelik faşizan kampanyalara yansıdı. Şöyle ki; başka uyruk ve dinlerin mensupları değil de sadece Araplar ve Müslümanlar kasıtlı olarak terörle ilişkilendirildi.
Bu karalama kampanyasına önderlik eden Danimarka gazetesinin yazı işleri müdürü dürüstçe özür dileseydi, böylesine dikkatsiz bir davranışın felaket etkilerini kontrol altına almak mümkündü. Fakat bunu yapmadı, kışkırtmaya itina göstererek ikinci kez yayımlamakta ısrar etti ve hatasını itiraf etmek, kapalı ve ikna edici olmayan bir özür sunmak için tam 4 ay bekledi.
Danimarka’daki bazı gazetecilerin ve başka Batılı ülkelerdeki arkadaşlarının onlarla dayanışma ve ifade özgürlüğünü savunma talebi öfkeyi alevlendirdi. Bazı Yeni Zelandalı ve Avrupalı gazetelerin bu çağrılara karşılık vererek ve Arap ve Müslümanların duygularına meydan okuyarak karalayıcı resimleri yeniden yayımlaması esef verici.
İfade özgürlüğü başkalarını karalama ve saldırma özgürlüğü anlamına gelmez. Şayet bu terör suçlaması Hz. İsa, Hz. Musa veya başka bir dinin peygamberlerine yöneltilmiş olsaydı, Arap ve İslam başkentleri de dahil farklı dünya başkentlerinde daha geniş ve art niyetli protestolar izlerdik.
Bizler Avrupa’da yaşıyoruz ve ifade özgürlüğünün sınırlarını biliyoruz. Hukukun ve gazetecilerin gazete malzemeleri ve makalelerini yayımlanıp yayımlanmamasıyla nasıl bir ilişki kurduklarını bildiğimiz gibi, her gazetenin, televizyonun veya radyonun elinin altında editörler ve yazarların aşamayacağı ‘kırmızı çizgiler’ olduğunu da biliyoruz. Zira her gün gazeteler ve televizyonlar binlerce makale, mektup ve yorum alıyorlar ancak yayımlamıyorlar veya çok sınırlı bir kısmı okuyucu mektupları köşesinde kendisine yer bulabiliyor.
İngiltere’de örneğin bir gazete, delil ve kanıtlara sahip olmadan her hangi bir şahsı terörle suçlayamaz. El Kuds El Arabi gazetesi ve yazı işleri müdürü, iki Arap hükümeti tarafından hakaret ve lekeleme davaları arkasına gizlenmiş mali olarak yıpratma amaçlı bir savaşla karşı karşıya kalmıştı. Oysa gazete olarak biz Arap dışişleri bakanlarından birisinin İsrail nükleer kalıntılarının ülkesine gömülmesi meselesini incelemeye aldığını zikretmiştik sadece. Bir defasında da dörtlü isimde hata ettik ve hiçbir art niyet taşımadan Kuveytli ‘şeyh’ ile Kuveyt yatırım ofisinin mallarını yağmalayan amca oğlunu birbiriyle karıştırmıştık.
Şahıslara dokunmak üstün körü de olsa yasanın cezalandırdığı bir suç olarak görülmekte ancak peygambere alçaltıcı şekilde dokunmak ve terörle damgalamak suç değil, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmekte..
Arap ve Müslümanlara kin duyan bazı kimselerin yasını tuttukları ifade özgürlüğü söylemiyle ilgili olarak ne ben ne de her hangi bir İngiliz, Fransız veya Danimarka gazetesi yayın yönetmeni, Hz. İsa’nın Japonya, Hiroşima, Nagazaki veya başka bir kente nükleer bomba atarkenki karikatürlerini yayımlama gücüne sahip değildir.
Bu ifade özgürlüğü, Ebu Hamza El Masri’nin ırkçılığı teşvik suçlamasıyla tutuklanmasını, meşhur yazar David Arfang’ın 17 yıl önce yaptığı konuşmada soykırımı inkar suçlamasıyla hapse atılmasını ve Fransız düşünür Roger Garoudy’nin iflas ettirilmesi ve kuşatılmasını engellemedi.
Geriye nazik bir dille şunu söylemek kalıyor: Arap ümmetini ve başkentlerini günlerce saran bu şiddetli öfkenin başka doğru yönlere de aktarılması gerekli. Bu yönlerin en önemlileri ise ülkelerimizdeki özgürlük çıtasının yükseltilmesi ve ulusal davalarımızı akıllı ve uygar şekilde savunmamız. Zira insan kendi başına özgür değil ve sözleri başka haklı sorunları savunamamakta. Bizlere düşen, bu öfkeyi içerisi için de olması gerekirken dışarıya yönlendirmeye çalışan rejimlerden kendimizi kurtararak işe başlamamız.
Baskıcı entrikacı rejimlerin esasında kendilerine yönelik olan bu umutsuz öfke selini dışarıdaki hedeflere yönlendirmesinden endişe ediyoruz. İfade özgürlüğü teşvik edilmeli ve korunmalı ancak karşı çıkılan husus, bu özgürlüğün bazı kinci faşistler tarafından kötü kullanılması.
Londra’da yayımlanan El Kuds El Arabi gazetesi Genel Yayın Yönetmeni, 6 Şubat 2006Arapça’dan çeviri: Halil Çelik
(Nntvmsnbc.com)

Hiç yorum yok: